Pürtelaşta Sakinlik Kavgası

İçim yarım, dışım yarım. Her köşede yeniden soruyorum. Ben nerede varım ve nerede yokum? Ya da nerede başlayıp nerede bitiyorum. Bir tamlamanın hatası gibi arıyorum her yerde: Nerede bu tümcenin bozukluğu? Nerede bu tümceyi yarım bırakan hata? Sorular, sorular, sorular... Her yerdeler ancak cevapları hiçbir yerde. Orada burada konuşan bir sarhoş görüyorum mesela. Her sorunun cevabı onda gibi. Şaraba düşmek belki de her sorunun cevabıdır. Her sorunun çözümüdür. He, ne dersin azizim? Suskunluk asalet derler ki en saçma değiştir bu, susma azizim. Konuş ki yeniden yaratalım anlamları.  Yarım kalmış ayı dolunay yapalım mesela. Gecemiz aydınlansın. Şarap da yetmiyor mu peki? Soruların cevapları hala yokta mı? O da yarım bendeki benlik anlamı gibi belki. Sorular yazıyorum yine her köşede. Polise yakalanmayayım diye acele bir varlık oluyorum. Var olduğuma da inanmıyorum ya neyse. Bu bir sonraki köşenin sorusu. Bir telaş hayatı içinde sakinlik kavgası yaşıyoruz bence. Her defasında hevesli cümlelere noktalar koyuyoruz. Bir umutla yeni başlanan cümlelerin başını yüceltiyoruz. Büyük başlıyoruz telaş hayatına. Büyük başladığımız yerden durgun devam ediyoruz. Sıradan bir cümle bile olsa sonuna noktayla bitişin ilanı veriliyor. Peki ya soru işareti? Şimdi bu bir sakinlik kavgası değil mi azizim? Her cümlenin sonuna sakinlik kavgası ekliyoruz. Misal okurken hisset: "Azizim." ile "Azizim?" arasındaki telaşı düşün bir yönüyle. Bu işte bir sakinlik kavgasıdır kanımca. Ünlemi bir kenara koyuyorum. O tam bir oportünist azizim. Cümlenin sonuna gelince ne olduğunu bilmiyorsun. Şimdi bunu da düşünelim: "Azizim!" diyince ancak sesten anlarsın telaş mı sakinlik mi barındırdığını. Daha niceleri var elbet ancak benim kavgam soruyla. Cevabını köşe köşe aradığım onca soruyu not ediyorum bir kenarda. Hani bir sonraki dönemece ertelediğimden değil, yaşamak telaşında bir cevap bulamadığımdan. Sakinlik kavgası dediğimde tam burada işte. Soruların olmayan cevabında. Telaş hayatında sakinlik inşa etsem ne olacak meçhul, bir yandan. Dingin bir zihnin karmaşık problemlerine dikilen bir fidan belki. Belki de cehennemin orta yerine dikilen. Daha bu iki cümlenin kurgusu bitmemişken zihnimde yine bir köşe: Hangisinde durdum da noktayı nereye koydum? Azizim, diyorum sana bitmez köşelerin susmaz sorularına konuşkan cevaplar vermenin zorluğunu sakinlik içinde çözemeyiz diye. Kavgadır bu telaşın içinde. Sevmek telaşı içerisinde mutluluk aramak bir sakinlik kavgasıdır. Büyümek telaşı içinde kurgusu kendini aşan oyunlar bulmak sakinlik kavgasıdır. Bir telaş içinde sakinlik kavgası... Her daim içimde bendimi aşan sorular... Dönemeçler çizen krokileri masama koyup çetin hesaplar arıyorum onca plansızlık içinde. Şurada mutluluğu koyarkan muhakkak soldan ikinci sağa o mutluluğun yıkıcı kuvvetini koyuyorum. Neden diye sorma azizim. Az önce ifade ettim. Her köşede yeniden sorulara sorunsal anlamlar yüklüyor telaş. Bu telaşın içinde inşa edilmiş sakinlik konumlanıyor ve ikisi birlikte bir kavga ediyor içimde, her köşede. Sorma azizim. Tükettiğin kelimelerin kayboluşunda aranır durursun. Bu yüzden plansızdır çizilen dönemeçler. Maksat cevaplardan yol etmek değil, yok etmek. Seni, beni, bizi, varlığını ve yedi ceddini yok etmektir. Yerde ve gökte bulamadığın veya veremediğin her kelamın hesabıdır bunlar. Bir önerme barındırırken kendi içinde dışına bomboş bakmaktır. Şimdi "ne desen neye yarar" ve "ne desen kime yarar" ikilemini koymak zamanıdır belki. Kim ve ne, öz ile özne bir paylaşımdır. Tıpkı telaş ile sakinlik gibi. Mesela varken yok bir tezatlıktan ziyade paylaşımdır telaş hayatında. Çünkü olmayanı olanla veya olanı olmayan ile tanımlarsın hayatta. Açsındır, kuru ekmeğe muhtaçsındır. Elden ele bir kağıt parçasına köle olan milyarlarca hücre bütünü varlıklar misal bu sakinlik kavgasının düşman tarafıdır. Muhtaç kaldığın her noktada ise nerede başlanıp nerede bittiğinin anlamları vardır. Gören ile görmeyenin kavga ettiği noktadır bu anlamlar. Muhtaç olup hıncı kendinde insanlar ile muhtaç olup hıncı şahlanmış insanların kavgasıdır bu. Her kavgada da elbet biçilmiş yeni kumaşlar çıkar ortaya. Kefen mi yoksa bir melek pelerini mi mesela? Kumaşın soruları var yine köşe köşe sormalık. Hınç ile gezinirken hiç ile karşılaşmanın yorgunluğu da var elbet. Yürek kaygısı içerisinde bunu kenara yazışları, o kenarda sararıncaya kadar duruşları ve sarara sarara yok oluşları... Kimse durduramıyor mesela bu yok oluşu. Yok olurken edilen kelamların derinine işlemiş bir anlamsızlık var. Sözlükte bulursun elbet azizim anlamı. Ancak hayatta ara bakalım ne bulursun ya da neyde bulursun. Sen edilen her kelamın anlamını sözlükten ziyade benliklerde ara, önerimdir. Nitekim 'yaşam' desem kimin aklına ne gelir kim bilir. Kimine mutluluk iken kimine yüktür ve hatta kimine göre sondur bu kelam. İkilemin ikircikli duruşunda bir oraya bir buraya savrulan bana sorsan yaşam benim için başlarken bitirmektir. Mesela şu coğrafyada yaşama başlarken henüz ilk tokatı yer ağlarsın. Ya da mesela huzuru alıp üst raflara kaldırırsın daha ilk gününden, ilk nefesinden sonra. Kimsenin iradesi de sorulmuyor doğarken. Sevişken bir mutluluğun veya başka bir şeyin sonucusundur tam ilk nefesin anında. Ben biliyorum ama azizim, mutluluk ilk durağım olmadı ki ben sonucu olayım. Tesadüfen hayata gelmişliğin yükü var bir yönüyle üzerimde. "Başladık bari ayıp olmasın devam edelim" ihtirasını da bu yükün hemen sağında taşıyorum. Ağır mı geliyor taşıdıklarım anlamıyorum bile. Ama hafif gelmediğini biliyorum. Telaşla mesela, nedir ne değildir yükümün pahası içimde arıyorum. Bunu ararken yine köşeler belirtiyorum orada şurada. Yine her köşeyi peşimde bir polisle koşuyorum. Ben sakinlik kavgası verirken peşimde bu kavganın çomağı geliyor her defasında. Ateşe körükle gitmeyin diye bağırıyorlar azizim. Benim elimde oksijeni bolartan ne varsa ateşe koşuyorum. Daha varmadan bile harlanan ateşte kavrulan bedenimi hissediyorum. Sanki içimden başlıyor yakmaya. Daha varmadan hem de. Bu neyin telaşı azizim? Yeni anlamları bile bulamadığımız o noktaların birleşiminde neler çıkıyor biliyorken o çıkanı her dönemeçte farklı acılarla kesiştirmenin anlamını neden bilmiyoruz? Oturup farklı tahayyüller kuruyoruz cılız yüreğimizde. Çıkan her tahayyülü ise alıp yerden yere vuruyoruz. Bilmiyor muyuz bedendeki yüreğin cılızlığını? Hissediyorken nasıl bilmeyelim de neden peki bu? Görmezlik mi yoksa umursamazlık mı? "Kafayı yememek elde değil" soruları bunlar mesela. Hiçbir yerde cevap bulamıyorken ne bu kadar soru soruyorum bunu da bilmiyorum elbet. Tek bildiğim yaşam gibi dümdüz ve anlamsız çıkıyor sorular ağızdan. Ama her soruyu bir kenara bırakıp aynı soruda takılıp kalıyorum: Ben nerede varım ve nerede yokum veya nerede başlayıp nerede bitiyorum? Bu dönemeci geçinçe ilk solda yakalayacağımı tahmin ediyorum yaşamı. Öyle mi azizim?

Comments

Popular Posts