E hadi be kardeşim!

 


Neyi neden hissettiğini bir insan neden bilmez? Yani nasıl olur da bir insan bir şeyleri kendi düşünürken kafasında seçtiklerini yüreğine yediremez? Bir çelişki mi yoksa cevabı basit bir saçmalık mı bilmiyorum. 2 metreden biraz fazla karesinde bir yatakta dünyanın içinden geçiyorum oysa. Kimler kimler ne sorulara nerelerde cevap buldular da ben kendimde susmayı bile bulamadım. Yine de insan sessiz olduğunu sanıyor. Sesi hep maddi düşünür insan. Yani elbette öyledir yeni bir teorim yok. Sadece insan yüreğinde hissettiğine de ses der. Çünkü onu herkesin duymasını ister. Üzülür haykırır dağa taşa herkes duyar zaten. Lakin bazen üzülür ve fakat aşmaz yüreğinin kapılarını. Ayıp sayar onca acı varken insanlarda, benimki kime ne? Sen de üzüntü ben diyeyim sevgi. İnsan duygularını kendine bile inandıramadığı yerde duygusuna nazır başkasına ulaşan her kelimeyi yük sanır. Bilmez heybesine doldurduğu yükünün altında ezilenin canı olduğunu. Yalnızdır belki de haşa. Büyük saymayın da sözlerimi değdikçe çoğaltın. Sabaha aydınlık henüz varmışken İstanbul'a yağan yağmur bile katılıyor bunlara. Yağmur da öyledir mesela. Evinde değmiyorken hiçbir damla sana, ıslaklık dediğin camda kuruyunca kalacak lekedir. Fakat damla değdi mi insana o zaman çoğalır. Önce iki damladır omzunda veyahut başında, sonra sırılsıklam bir ağırlık üzerinde: Çoğalmıştır ıslaklık. O yüzden sen damlaların değidikçe ıslak say kendini. Sabahın serinliği de şahit bir de. Yani bir damla uyku uğramazken bedenime susmayan beynimin tepinişi bir sır gibi kalıyor gözaltımda. Ne bileyim belki yumruk yemiş derler işte. Susmak gerek bazen. Hoş ne anlatır ki insan zaten. Ne diyeyim yani? Pencere hemen şurada duvarda. Ardında pencerenin ceviz ağacının dalları. Binanın sağından gelen araba sesi. Solunda karga sesi, kuş sesi... E şimdi ne gördün? Ben gördüğümü; sen iki katlı müstakil bir ev, tahta bir pencere toprak bir yol; öteki dümdüz İstanbul'da bir mesken. Herkes aynı şeyi dinler. Ses maddidir. Fakat o ses yüreğinde başkadır, farklıdır. Bu yüzden her kelam başka şey anlatır göz görmedikçe kelamın serptiğini. İşte bunu diyorum. İnsan anlatır da herkes başka anlar. Ben anlattım hep. Oraya buraya bazen de şuraya. Anlattım da anlattım. Ve herkes başka anladı. Bazen anlayacak kadar bile etmedi. Kelam bu, bazen dağlara haykırırsın cevap verir, verdiği dediğin olsa da, bazen komşuna haykırırsın tık çıkmaz. Sabahın bu kör saatinde uyumayan ben desen ne dağ ne komşu. Neyse... Sabah oldu aydınlanmadı ki hava. Bulutlar izin vermiyor. E biraz da onlar ağlayacak. Ne derdi varsa artık. Neden bu kara kara suratı. Neyi kime anlatamadı? Vallahi de merak ediyorum edebiyat değil yaptığım. Desem de... Anla işte be, benim ben hepsi. Kimse yok başka. Derdini herkese anatırım da derdimi kimseye anlatmadım. Çünkü inan ben de bilmiyorum. Ne diye okudum dersen de haklısın. Bazen ben de diyorum: Ne diye yaşadım ki? Ne alaka demeyin. Benim hayatım bir kitap. Hani dikkatin dağılır cümlelerce okursun da aklın başka konuşur, sonra bakarsın onca cümle okumuşsun ama okumanışsın da aynı zamanda. Hani gözlerin görüp geçmiştir de beynin başka yerdedir. İşte hayatım da bu. Bazen okursun, okursun, okursun... Yaşarsın, yaşarsın, yaşarsın ama dönüp baktığında tek bir hatrı sayılır yanı yoktur. Aynı işte be kardeşim uzatma! Hatta öyle ki kitap benden daha şanslıdır. Herhangi bir kitap... Okuduğunu anlamadıysan tekrar okursun. Ya yaşadığını anlamadıysan? Mesela okumaktan sıkılırsan kaparsın kitabı koyarsın rafa. Ya yaşamaktan sıkılırsan? Sıkıldıysan veyahut... Öyle deme işte yaşıyorsun, su akar yolunu bulur deme. Bir bakarsın su akmaz yol bile anlamsız kalır. Sabahın bu saatinde vardım yine durağıma. Yok be kardeşim yok işte! Hep aklına gelmesin o gelmesi gereken. Yani ben derim, onu ima ederim de, kendime. Mutlu olmak benim de hakkım. Belki mutlu var olmak da hakkım. Fakat hani yopyorgun bir günün akşamında duş alırsın da tertemiz nevresime girip en huzurundan bir uyku çekersin ya ha işte onu diyorum be kardeşim! Sen uyu, ben uyuyayım. Uyuyayım, uyuyayım, uyuyayım, uyuyayım... Ama sana muhakkak günaydın. Beni anla sadece. Ben uyuyamıyorum. E bütün bu uykusuzlukların hıncında uyanmamak hakkım bence. Yanlış anlama. Ölmekten bahsetmiyorum. Kısmen... Ben sadece uyumak istiyorum. Yeni duş almış olayım sıcacık suyla. Nevresim yeni değişmiş olmalı ve muhakkak deniz esintisi kokmalı. Yün olmasın tabii ben çok sıcaklıyorum. Fakat... Fakat muhakkak soğuk olmalı yatak. Isıtmama izin vermeli. İşte o zaman mutluluk bakidir bir toprakta çınar gibi. Devrilene dek uyurum. Ve sen... Bana iyi geceler dile ve alnımdan öp. Çıkarken yorganımı birazcık ört. Anlamı var onun. Ne bileyim en azından güven verir gibi geldi bana. Çocukken hiç olmadı ama sen yapınca vallahi de olur biliyorum. Sonra kapıyı açık bırak ama ses dolsun içeri. İnsan bir tahta kapının ardında ne yalnızdır bir bilsen. Ben sesle uyurum merak etme. Yeter ki yalnızlık terk edilmişliğin sızıntısını vurmasın yüzüme. Belki çocukken uyumadan masal dinleseydim doyardım ama tabii masal ile uyumanın zorluğu da başkadır. En neticede yaşamadım bilmem ama kızma. Neyse işte ya şöyle böyle uyuyayım. Ya işte sen uyku de ben başka bir şey. Sen beni uyudu bil ben uyanmayacak. E yani sende anla işte be! Bazen ölüm boyuna değil de kanada geçirilen bir ilmekten gelir. Uçan kuşun kanadına ihtiyacı var ya. Sen nereye vurursan vur ilmeği kardeşim! Sadece sen uyuduğumdan emin ol ben uyanmayacağımdan. E hadi be kardeşim!

Comments

Popular Posts