Vedasında Büyüyen Çocuk


Çocukluğumu kaybetmenin hissi bir başka değiyor insana. Onca şey yaşayıp yine de huzuru orada hissetmek garip hissettiriyor. Yaşarken geçsin diye inanmadığın tanrıya yalvardığın anları unutup gidiyorsun. Saf mutluluğu o denli özlüyorsun ki bunların hiçbir önemi kalmıyor. Sebebi o denli aslına dönük bir gerçeklik ki düşününce ürperiyorum.

Çocukken çok fazla arkadaşım yoktu ve kuzenlerimle dip dibe olmama rağmen pek bir uzaktık. Bu durum bana kendi başıma kalabalık olmayı öğretmişti. Her şeyden önemlisi hayata yaratıcı bakabiliyordum. Maraş'ın bir kasabasında üstü toprak bir evde yaşadım çocukluğumun en yoğun yıllarını. Aslında Narlı'da 4 yıl yaşadım. Çok uzun bir süre olmasa da babam öğretmen olduğundan çocukluğumda sabit kaldığım en uzun yıllardı. Bir dönem her sene bir yere taşınmıştık nitekim. Her ayrılışımızda ardımda bıraktığım arkadaşlarım, hayatım çocukluğumu yaşamama izin vermemişti. Bu yüzden Narlı'da yaşadığım 4 yıl benim en yoğun çocukluğumdu. Burada çok fazla anım birikti ve okul bitip yaz tatiline girdiğimde bu anıları arkamda bırakmak zorunda kalmamıştım. O yüzden üzülmeyeyim diye unuttuklarımın yanından bile geçmediler. Babama kızdığımı düşünmeyin ama. Her sene yeniden taşınmayı o da istemezdi. Ya da İstanbul'da yaşarken benim dedemle nenemle yaşamak zorunda olmamı istemezdi.

Narlı'da annem ve babam olmadan yaşadım. Öte yandan dedem ve nenem annem ve babam oldular. Nenem kireçlenmeden dolayı beli bükük bir kadındı. Hayatımda tanıdığım en masum insandı ve benim için o kadar değerliydi ki daha on yaşındayken eğer ona bir şey olursa intihar etmenin planlarını yapıyordum. Kim bilebilirdi ki hayattan birkaç defa vazgeçmeyi denemiş bu kocaman benliğimin ölümü düşdüğü ilk anların henüz on yaşında bir çocuk olduğunu. O denli masumdu neneme duyduğum sevgi. O benim en değerlim hatta kan bağım olan tek annemdi. Nitekim biyolojik yollarla doğuran insan annem olamazdı. Bunu hiçbir zaman kabul etmedim fakat bu trajik gerçekliği bir kenara bırakıyorum. Nenem benim yalnızlığımda sığındığım en güvenli limanımdı. Geceleri onun yanında yatmanın huzurunu hiçbir yerde hissetmedim. Uyumaya karar verdiğimizde muhakkak elini tutmak isterdim. Fakat o kadar küçüktüm ki minicik elim onun elini tutmama izin vermiyordu. Bu yüzden en fazla iki parmağını tutabiliyordum. Uykuya daldığında doğal olarak eli elimden düşerdi ve bu ben uyumadan olmasın diye yalvarırdım tanrıya: "Nolur eli elimi bırakmasın, nolur eli elimi bırakmasın, nolur...". Bazen bu yüzden uyuyamazdım ve eli elimden düşünce yorgunluktan uyuya kalana kadar sessizce ağlardım. Nenem küçük dünyamın aydınlığını sağlayan tek gerçekti. Ben de onun biriciğiydim. Sevgisini hep ama hep hissettim. Yanlış şeyler yapsam dahi hiçbir zaman öteki yapmadı beni, hep yüreğindeydim. Çok daha çocukken en ufak yanlışımda burnumu kırmış biyolojik annemden sonra anlayışla karşılarsınız ki nenemin bana duyduğu sevgi ve merhamet benim kişiliğimin imzasıdır. Bazen akrabalarım nenemin biriciği olmama kızar ve bu durumu tiye alırlardı. Daha sonra dedem öldüğünde 100 metrekare arsa için birbirine girmiş akrabalarımdan yalnızlığımda nenemde büyüyen sevgiyi anlamalarını beklemiyorum. İlk olarak dedemi kaybettim. Hayatımda hiç birini kaybetmemiştim. Birinin ölmesinin ne demek olduğunu ilk defa dedemde yaşadım. Dedem son yıllarında demans sahibi biriydi. Bu yüzden garip garip şeyler uydurur ve bunun üzerinden kızgınlık kusardı. Bir gün tek katlı evde kapıdan içeri girer girmez karşınıza çıkan holde yer sofrasında kahvaltı yaparken büyük bir patırtıyla ezilmekten anten olduğu anlaşılmayan bir metal yığın attı dibimize. O anteni kırıp dedem görmesin diye çöpe attığımı iddia ederek bana bağırıp çağırıyordu. Benden bıktığını, hayatını mahvettiğimi, evdeki her şeyi kırıp döktüğümü söyleyip duruyordu bağırarak. Fakat evimizdeki televizyon çalışmıyordu bile ve anteni takabileceğimiz bir uydu kutusu yoktu. Geceleri kendince bir dert bulur ve abartısız saatlerce bağırarak, küfrederek kendi kendine lanet okurdu. Çoğunlukla bana bazen de neneme ama ona o dönem çok kızsam da şu an kızmıyorum. Biri öldüğünde insanın ölen kişide incindiği şeyleri unutuyor ve mutlu anıları ortaya çıkıyor. Ve öldüğünde fark ettiğim şey o minicik yaşımda bana baba olduğuydu. Bana anlatmayı istese de anlatamadığı ama gösterdiği şeyler aklıma yapmaya başlamıştı ölümüyle. Mesela hep gurur duyardı. Bir gün resmi bir törende şiir okuyacaktım. Normalde çok gitmezdi böyle şeylere ama şiir okuyacağımı bildiği için gelmişti. Narlı tren garındaki törende beni net görmek için protokoldekileri umursamadan ve protokolün onun için olmadığını umursamadan beni görebilmek için belediye başkanı ve karakol komutanının arasına oturdu. Şiir okurken fark etmedim fakat kafamı kaldırdığımda dedem gözyaşları içinde gururla yanıma gelmişti. O anda törenin devam ettiğini umursamadan beni öptü ve aferin diyip yerine oturdu. Bunun gibi şeyleri o öldükten sonra düşünmeye başladığım için kendimi geç kalmış hissediyorum. Ölmeden hemen önce hastaneden çağırılmıştık. Onu son defa yoğun bakımda gördüm. Eğilip yanağında öptüm. Dedemin tenini hiç bu kadar soğuk görmemiştim. O gün ölümün ne demek olduğunu tanıdım. Fakat en çok inciten şey dedem öldükten sonra amcamların o tiynetsiz miras kavgasıydı. Can ciğer olan herkes birbirine silah çekecek hale gelmişlerdi. Tek mesele de alacakları 100 metre kare toprak parçası. Hatta o denli çirkinleştiler ki Şıxo amcam babamın arkasından iş çevirip bildim bileli dedemin Tuna'nın arsası dediği yeri, büyüdüğüm toprakta tek parça hatıramı da elimden almıştı. Sülalemde en çok saygı duyduğum Ali amcamla konuşup bu durumu düzeltmek istediğimdeyse Ali amcam "siz sahtekarsınız" karşılığını verdi. Nasıl bir sahtekralıksa dedemden herhangi bir hatıra kalmazken bana Şıxo amcam doymak bilmez titnetsizliği ile birçok arsa edindi. Fakat ben onları o toprağa gömdüm. Derdim hiçbir zaman o küçük hayatlarındaki tek derdi para olan kişilikleri olmadı. Nitekim orada ne yaşamayı düşündüm ne de para kazanmayı. Tek derdim büyüdüğüm memleketimin hatırasıydı. Çocukluğumun kahramanlarının on üç yaşındaki Tuna'yı ezip geçtikten sonra da zaten fiziki bir hatırası kalmadı oraların. Hepsini o küçük hayatlarında paslanmaya terk ettim. Dedem öldükten sonra içimi parçalayan tek şey amcamların aksine para olmamıştı. Okulum bittikten sonra liseyi okumak için İstanbul'a babamın yanına geldim ve bu yüzden nenem dedem öldükten sonra tek başına kaldı. Mesele arsa paylaşmak olunca aç susuz berduş gibi hırsından ölüp biten amcamlar ve halamlar mesele neneme bakmak olunca ölüm sessizliğine bürünüp leşini kemiren sırtlan misali kendi içlerine çekildiler. Yanlış anlamayın öyle uzakta falan değiller. Dikdörtgen bir arsa düşünün. Burası nenemin yaşadığı ev ve bahçesi. Bu dikdörtgen yaşam alanının bir kısa bir uzun kenarı boyunca amcamlar ve halamlar yaşıyor. Öksürse nenemin sesinin duyulduğu yerde kimse ona bakmıyordu. Doksan sekiz yaşında nenem bir başına bükük beliyle evini temizledi, yemek yaptı ve dedemin yasını tuttu ölene kadar. Her gün neredeyse her saat Kürtçe ağıt yaktı:


"Min nikarîbû bibim axa jiyana xwe, min nekarî axa xwe bibînim."

(Ben hayatımın toprağı olamadım, ben toprağımı bulamadım.)


Nenemin bu yalnızlığı ben ölene kadar içini parçalayacak. Çocuklarından arsa peşine düşmeyen, onuruyla yaşayan tek kızı Feride halamın hayatının son zamanında ona bakması ise bu içimi parçalayan gerçekte nenemin biraz da olsa huzur bulduğuna olan inancımın tek varlığı.  zamanlarında Antep'te Feride halamda kalan nenemin Narlı'da yalnızlığından ve çocuklarının arsa uğruna ihanet ettiği hayatından çok daha mutlu bir hayat sürdüğüne şahit oldum. Nenemi Antep'te Feride halamın evinde ziyarete geldikten sonra ayrılırken gözüm hiç arkada kalmadı çünkü hem nenemin mutluluğunu hem de Feride halamın nenemin üzerine titreyişine şahit olmuştum. Hayatının son anına kadar Feride halamda mutlu bir şekilde yaşadı nenem. Son anında yine son kez görmemiz için hastaneye gitmiştim. ODTÜ'de okuduğum ilk yıllarındaydı. Nenemi son defa Antep'te yattığı hastanede gördüm, onu öptüm. Elini tuttum bu defa kocaman olduğum için sadece iki parmağından fazlasını tutabiliyordum. Bütün elini sıkı sıkı tuttum ve yine yalvardım: "Nolur eli elimi bırakmasın, nolur eli elimi bırakmasın, nolur...". Fakat bu sefer ben elini bırakmıştım. Nenem ilk defa elimi tutamamıştı. Ona hala yaşıyorken veda ettim. Antep'ten ayrıldım ve uçakla Ankara'ya gittim. Nenem yaşarken Narlı'dan ayrıldığımda hep ağıt yakardı Kürtçe. Sağ salim İstanbul'a vardığımda arayınca rahatlardı. Ondan sonra huzura kavuşurdu. İşte hayatının son gününde de aynı şey oldu. Neneme yoğun bakımda veda ettikten sonra Antep'ten uçakla Ankara'ya döndüm. Sabah yurduma vardığımda saat sabahın altısıydı. Nenemin ölüm saati. Nenem ben sağ salim vardığımda göçmüştü bu dünyadan. Alışkanlık işte. Ve o gün benim çocukluğumda öldü. Çocukluğumun kalan son damlasıydı nenem, biricik annem. Okulum olduğundan cenazesine gidemedim. Bir daha da gidemedim oralara. Çocukluğumu nenemle birlikte büyüdüğüm topraklara gömdüm. Bir gün son defa mahalemde top oynadım, son defa ağaç ev yaptım dedemin "ağlıyor onlar, üstüne ağaç ev yapma" dediği ceviz ağacına, son defa çamurdan oyuncak yaptım, son defa nenemin elini tuttum, son defa dedemi benimle gurur duyarken gördüm, son defa Narlı'daki evin damında yıldızlara bakarak uydum, son defa nenemin yaptığı ve yemeğe doyamadığım çökeleği yedim, son defa bahçedeki dutlardan pekmez yaptık nenemle, son defa tarhana serdik dama, son defa... Ve ben hiçbirini son defa yaptığımı bilmedim. 


Nenem Etey ve dedem Hasan Gözlügöl anısına. 


Hûn nikarî bibî axa jiyana xwe, min axa we nedît.

(Siz hayatınızın toprağı olamadınız, ben toprağınızı bulamadım.)

Comments

Popular Posts